28 Nisan 2014 Pazartesi

Uykusuz rüyasız



Kendi kurduğu çalar saatin hayatını yönettiğini fark etmeden. Alarm çaldığında “kahve” diye uyanan işkolikler. 

"Çok yalnızım lan" deyip adını bilmek istemediği, yanında yatan kızı gece arzularken sabah görmeyen cool babalar.

Sevdiğini kaybeden bugün acısı büyük, dün gece yattığı gibi bir daha asla yatamayacak olan aile fertleri. 

Hiç bir şey hissetmeyen içi boş, görünmek istese de görünmeyen, boş dolaşan bir kara deliğin içinde yaşayan genç delikanlı.

Dün hayalleri büyükken bugün hiç bir şey istemeyen iştahı kaçmış adam. Başarıya koşarken hayatı unutan holding sahibi. Mola saatini bekleyen ruhu daralmış memur.

Sevgilisinden ayrılıp kızın üzüldüğünü gördükçe kıyamayıp ayrılamayan. Kendisine kıyan. Gece ayrılan gündüz barışan.

Toprağa hasret olan, ama bir türlü gelmeyen dalga gecen Azrail’i bekleyen yaşlı teyze. Hasta yatağında ölümden korkan, daha oyun oynamadan ölümü tadan çocuk. Ölümü korkusuzca kovalayan şehir kovboyları.

Bebeğin bezini değiştiren, pislettiği için sevinen yorgun ebeveynler.

Ne giyeceğini seçemeyen manikür ve dalgalı fön ile başka uğraşı olmayan, hayat mücadelesi verdiğini sanan aptal kız. Yada seçecek elbisesi olmayan işçi. Hiç bir zaman bir üst mertebeye erişemeyecek.

Hiç uyanmak istemeyenler. Gece uyumamış olanlar.

Gece üstünden geçmiş. Orospuya kirli ruhunu bırakıp eve girdiğinde kendini temiz ve arınmış hisseden asıl pislik. Sabah uyandığında kendini kirli hisseden, ne kadar da masum ve temiz olduğunu bilmeyen kadın.

Daha hayata başlamamış olan, hayata başlamaya korkan yada hayata çok geç kaldığını sanan durakta iç çekip bayat simit’ini yiyen öğrenci.

Kalp kırıp bundan zevk alan çapkın, bugün kendi kalbinin hiç tamir edilmeyeceği kadar kırılacağından, tuzla buz olacağından, listesinde ki onca kadından birine bugününden habersizce koşarken.

Uykusuna televizyon karşısında sabah programları izleyerek devam eden boş kafalar. 

Topluma kafa tutan sorgulayan sonunda birey olmayı başaran ama başarıları göz ardı edilen. Tek amacı mutlu olmak. Yalnızlığına mutlu bir şekilde sarılıp uyuyan, güzel ruhlu kız. Gündemi sadece nişan, çeyiz ve düğün olan. 5 saatlik eğlenceye 25 yılını adayan. Düğün sonrası boşluğa düşen, sevmediği bir adama sarılarak uyanan, ağlamaklı, boş ruhlu kız.

Gece soğuk yatağında vicdanı ile sevişen, sabah acı çekerek uyanan. Ağzında her zaman sek içtiği yarım şişe Chivas tadıyla, işe koyulan. Gündüz her şeyi unutan gece tekrar tekrar sinsice kanını azaltan sevişmeleri bekleyen yüzü güzel, sakalı öpülesi yakışıklı adam. Onu hayal eden, ulaşamadığı için aşk sanan, yıllar geçse de öpülesi adamı isteyen naif kız.

Yorgunluktan başka bir yorgunluğa koşan, koştukça koşan koştukça artık yorgunluğunu hissetmeyen. Çocukları yarın yorulmasın diye koşan anneler.
Bir uyusa, hiç uyanmayacak.

Terk edildiğini sanan, hayata küsmüş, değil sevgili hayatın kendisini terk ettiğini, Allah’ın bile onu unuttuğunu sanan. Kaybedeni oynayan aslında kendisi her şeyden kaçan, kırıp, terk eden. Hayat acısını başka bedenlerden çıkartan, kayıp ruhlu kiz.
Bir uyansa, hiç uyumayacak.

Bir park’ta üstünü Bim kartonu ile örtmüş uykusunu alabildiği için mutlu olan. Etrafında hayata koşuşan insanları izleyip onlara üzülen evsiz. Tek kişi yattığı iki kişilik lüks yatağından kalkıp, hotel konforluğu içinden akıp giden hayatına homurdayan. Kahvesini yudumlarken Bim şirketlerinin hisselerine göz atan itici adam.

Mahalle delikanlıları daha mahallesinde bir çöpü toplamamış olsa da, gündüz oldu mu namus kovalar. Nede olsa gece bir yorgan gibi, kendi namussuzluğunu örter, kapatır usulca.

Bir şey yapmadığı halde hayatın kahpe sorumluklarına kendini sorumlu ve sonunda suçlu hisseden Don Kişot çocuk. Dünya’yı kirletip bugün biraz daha kirleteceği için tek tepkisi göbeğini kaşımak olan. Sabah kalktığında camın önünde sigarasını içen arsız amca.

Güneş her gün doğsa da her gün batıyor.
Uykusuz rüyasız.

Günaydın.

18 Nisan 2014 Cuma

Uzaklar diye bir yer olsa, ve biz oraya gitsek.

Niyeyse sürekli bir gitme arzusu var bende. Şu işimi de halledeyim, şunu da bitireyim, çekip gideceğim buralardan. Yada canim sıkıldığında, her şeyi yakıp gideceğim diyorum. İsyankar ruh halim ile ortalığı aleve verip gitmek daha cazip geliyor. Hayır aslında daha beter etmek geliyor içimden yakmadan önce. Ama üşeniyorum filan.

Bir yerde gitmeye bile üşeniyorum. Aslında üşenmiyorum, daha çok korkuyorum diyebilirim. Kaçmak ve gitmek arasında ki ince çizgiyi korumaya, bulmaya çalışıyorum. Bak kızım, şimdi gidersen kaçmış olursun doğru düzgün hallet bitir şu isini, yüzleş kendin ile, sonra gidersin. Sanki o zaman mehter takımı eşliğinde büyük bir coşku ile uğurlanıcam. Saçmalık işte. Kaçmayı kendime yakıştıramadığımdan belki de. Bir çok kez topukladım, o ayrı.

Ama canim sıkılmadığında bile, her şeyin iyi gittiğinde, beni alıyor bir gitme duygusu. Otur işte kıçının üstüne, yok illa gideceğim. Bayat düğünlerde, saatlerce hiç masadan kalkmayan, dekorasyon gibi oturan hanim kızlarımıza, mekânı ve davetlileri süzüp inceleyen teyzelerimize hayranım oda ayrı konu. Uhu ile yapıştırsalar beni sandalye ‘ye oturamıyorum öyle yerlerde sabit, ruhum daralıyor alıyor beni bir sıkıntı.

Neyse, konu her şeyin yolunda gittiğinde benim Kristof Kolomb ruh halimin debelleşmesinden idi. Yeni şeyler keşfetmem gerektiğini hissediyorum. Gerçi bende ki şans da Kristof’cuğumdan farklı olmaz. Sen git yeni bir dünya kıtası keşfet ama farkında bile olma. Sonra da otur üzül “Ama ben kısa yoldan Hindistan’a ulaşacaktım yaaa” diye. Belki ‘de hayat böyle bir şey, elindekini anlamadan başka şeyleri kovalamak.

Duramıyorum, sürekli bir gitmem lazım ben gidiyorum ruh hali ile dolaştığım için bir yere aitmişim hissi de yok. Kök de salmıyorum zaten bu sebepten. Kocayı ve çocukları geçtim, kopek alıcam ben yea diye tutturdum ama henüz eve bir yavru kopek gelmiş değil.

Sürekli bir gitme söz konusu ama kimsede adam akıllı ‘hop nereye gidiyorsun’ diye sormaz mi.

Gitmek keyifli, neresi olursa olsun. Çokta gittiğim yok. Aslında hiç fark etmiyor. Düşüncesi bir kere güzel.



Ben yatağıma gideyim bari, iyi geceler dünya..

15 Nisan 2014 Salı

Bugün dünya’yı değiştireceğim.



Diyerekten uyandım.. Yani en azından kendi dünyamı.  İnsanlık adına çok bir ise yaramıyoruz bari kendi dünyamı derleyeyim toplayayım. Bir kaç yoğun çalışma günün yorgunluğundan arinmiş olarak, pek bir keyifli uyandım bu sabah. Son iki yılın köhne kokusu üstüme sinmiş olsa da. Biraz temizlik yapar, hatta belki temiz hava bile girer kalbime dedim. Evet, şu günlerde en çok buna ihtiyacım var. Yeni taşındığım eve “kendime yeni bir ben lazım” felsefesi ile taşınmadım mı. Sabahları 7.30 da uyanıyorum. İşe arabayla filan değil bildiğin toplu taşıma ile gidiyorum. Sakin ha, aşağı gördüğümden değil acayip üşengeç olduğum için soyluyorum. Kim derdi benim sabah bisiklete binip tren istasyonuna gideceğimi. Ama ne yalan söyleyeyim, faydasını görüyorum. Senelerdir veremediğim 3kilo’yu bile verdim! 

Neyse konumuza dönelim, bugün izinli günüm ve ben dünyamı değiştirmeye kararlıyım. Kafamdan bin bir şey geçiyor yapmak istediğim şeylere dair. Ama ilk olarak önce sabah sporumu mu yoksa kahvaltı mi yapsam diye düşünürken.. Bir hapşırma tuttu, bir hapşırma daha.. Hay Allah.

Yeni evin salonunda sigara içmeyeceğim diye kendimce bir söz verdiğim için mutfakta içiyorum. Sanki mutfak üvey. Hani aslında olay sigarayı azaltmam için verilmiş bir karar ama çok bir değişiklik yok. Salak bir taburenin üstünde soğuk demeden içiyorum. Bir hapşırma daha.. Şuan sanki kafamın içinde bir salyangoz geziyor ağır adımlarla.

Yıllardır atmaya kıyamadığım, tam ortasında kocaman bir lekesi olan sweater’imi çıkardım dolaptan. Pikeme sarılıp bir yandan sümüklü mendillerle bugün aslında bir takım değişiklikler yapacaktım derken, duşa bile atamıyorum kendimi.

Belki yarın..

11 Nisan 2014 Cuma

Bir nevi tanışma


"Adin ne bakim senin?" "Selena." "Dalga geçme kızım, gerçek ismini söyle." Kocaman gözlerimle boş boş bakmayı o zaman öğrendim. Manyak misin nesin amca, ismim Selena diye avaz avaz bağırmaya cesaretim olmadığından. Ne zor bazı şeyleri kabul ettirmek. Şuan bile başaramıyoruz, kaldı ki o küçücük yaşlarda. O yaşlarda anladım ki, ya Fatma’sındır yada Ayşe. Alışılmışın dışında olmak hiçte kolay değil. Bir yerden sonra kabul görmediğini yada görmeyeceğini bildiğin için uğraşmamaya çalışıyorsun. Çalışıyorsun çünkü sürekli bir ayak uydurma söz konusu. 

"Kaç yaşındasın?" Zamanla bu soru da hiçte güzel olmadığını fark ediyorsun. Büyük bir hevesle "Ben dokuzzz yaşındayım" diyorsun gururlanarak. Sanki altını çizerek söylersem daha büyük olacakmış gibi yaşım. Ama ilerleyen zaman diliminde yaşını fısıldayarak söylüyorsun. "Yirmi beş..altı.. yaşındayım" diye bir yankı çıkıyor ağzımdan. '90lilari kıskanmaya başlıyorum yahu. Yaşımı sevmek ve sevmemek arasında gidip geliyorum. Bu yaslarda neler başarmış olmam gerektiğim ile karşılaştırıyorum. Sanki bir orantı varmış gibi yaşın ve yaşantın ile.

"En çok anneni mi yoksa babanı mi seviyorsun?" Haydaaa, çocuklara sorulan soruları kim icat etti? Ne yani şimdi taraf mi seçmeli? Yanlış tarafı seçersem yanıyor muyum? İkisini de seviyorum da, aslında ben karşı komşumuz Cenk abiyi seviyorum, demek geçiyor içimden pisliğine. Ama soruları soran amca beni normal bulsun diye, "İkisini de eşit seviyorum" deyip politik olmayı öğrendim. Belki Bariş Manço sormuş olsaydı farklı cevap verirdim, kendi benliğimi koyabilirdim ortaya. 

"Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" İste geldik sayın seyirciler en can alıcı soruya. Halen cevabim yok bu soruya. O zamanlar dahi ne tür bir cevap verdiğimi hatırlamıyorum. Herhalde devre aralarında değişip duruyordu cevaplarım. Modacı, öğretmen, pilot, bir aralar patolog olacam ben ya diye tutturduğumu hatırlıyorum. Simdi neşter görsem bayılırım herhalde. Lise ‘den sonra hangi üniversiteyi seçsem, hangi bölümü okusam diye bir yıl duşundum. Sonunda gitar hocam, "niye bilgisayar’a yönelmiyorsun" dediği için tamam bilgisayar mühendisi olacam ben dedim.

Biraz olsa korkutuyor, galiba büyüdüm ve ben bir şey olamadım. Bir şey olmam lazım! Bir şey bir şey.. ama ne?! Ya bir dakika, ben niye bir şey oluyorum ki, zaten bir şeyim. Değil miyim? Deyip aklimi kurcalayan sorular ile kendimi yormayı bıraktım. Çünkü sorular hatalı.

Ben Selena.